YAZAR : Simay DEMİR

İnsan sosyal bir varlıktır. Sevmek sevilmek, mutlu olmak, güvenmek ve güvenilmek ister ama bunların olması için çevresinde, hayatında birilerinin olması gerekir. Bazen bilinçli olarak yalnız kalmayı tercih ederiz ama bu durumlarda bile güvenle sığındığımız birileri mutlaka olur, bunlar aile fertleri, çok yakın bir dost ya da sevgili hiç fark etmez illaki biri bu hayata tutunma dalımızdır. Tamamen insanlardan duyusal olarak izole bir yaşam sürmenin pek de mümkün olmadığını düşünüyorum. Tabi bazen bu duruma istisnalar karşımıza çıkabilir. Ateş gibi kendini bile isteye yalnızlığa hapseden, kendini sevdiği, değer verdiği ya da vereceği herkesin hayatından sürgün eden bir insan karşınıza çıkabilir. Ateş resmen kendini bir çukura hapsetmiş, sevdiklerini bir daha kaybetme acısını bir daha yaşamamak için kalbini taşlaştırmış bir insan ancak insanın özünde sevgi varsa er ya da geç o içindeki duygular dışarı çıkmanın bir yolunu bulacaktır.

Ateş çevresindeki kimseye hissettirmiyor ama çok büyük bir kaybetme korkusu var. Aslında sırf bu yüzden kimseyle yakınlık kurmuyor, kimseyi gerçek anlamda hayatına almıyor. Birine bağlanmaz yahut varlığına alışmazsa gitmesi de geride kalması da onun için çok daha az can acıtıcı olur diye düşünüyor. Zaten o çiftlikten gittikten sonra kendini yalnızlığa hapsetmesinin de en büyük sebebi bu bana göre. Buradaki yalnızlıktan kastım bir başına kalmak değil kesinlikle, çevresi çok kalabalık yapayalnızlığından, kimsesizliğinden bahsediyorum ben. Büyük kalabalıkların içinde kalbini saklayan, kendi çizdiği profilde tasasız, dertsiz, umursamaz insan maskesiyle kalbini koruyor. Bunu yapabilmek için de yaşadığı en büyük acının ardından sevdiği insanlarla araya bırakın kilometreleri kıtalar koymuş. Bu yüzden bilinçli sürgününde, kendi dünyasında gayet iyi idare ediyordu ama hayat onu hiç beklemediği şekilde köklerinin ait olduğu yere getirdi. Yabancı bir ülkede kendini kapatmak kolaydı ancak kendi evinde, kendi kanından olan insanlarla bu artık o kadar kolay değil.

Daha önce de değinmiştim Ateş kimse ile herhangi bir bağ kurmuyor ve bunun için çokça da çaba sarf ediyor. Çocukları yok saymasının , kendini abileri olarak kabul etmemesinin tek nedeni de buydu zaten. Aslında ben bunun abisi ve babasının ihaneti, onu bir paçavra gibi yatılı okula göndermeleri yüzünden kimseye güvenemediği için yapmıyor zannetmiştim ama panik atak geçirmesi bana bunun çok daha derin bir nedeni olduğunu düşündürdü; bağlanır, onlara kalbini açarsa ya kendisinin ya da kardeşlerinin aynı acıyla yüzleşmesinden, aynı şeyleri aşamasından korkuyor. Zira daha küçücükken annesini, ondan sonraysa ailesini kaybetmiş oldu ve o en büyük kayıplarını şimdi yaşamak zorunda olduğu evde verdi. Bu yüzden çiftlikte vakit geçirdikçe travmaları tetikleniyor ve panik atak geçiriyor. O evde kaldıkça ailesiyle geçirdiği güzel anları değil de, annesini nasıl kaybettiğini, nasıl o evden apar topar gönderildiğini ve yalnızlığa hapsolduğunu anımsıyor. Sevdiği insanların nasıl bir bir hayatından yok olduğunu hatırlatıyor ona o evin kokusu. Bu yüzden orda kalmaya dayanamıyor. Bana kalırsa Bige’ye söylediği “Sana yakınlaşırsam seni kaybederim” sözü de tam bu yüzden söylendi. Onunla duygusal bir yakınlaşma yaşarsa geçmişle tek bağını da kaybetmiş olacak. Aslında Ateş farkında değil ama çocuklarla yavaş yavaş bağ kurmaya başladı. Hatta öyle ki bu kaybetme meselesine tek taraflı bakmadığını düşünüyorum. Kendisine bir şey olursa da abisinin diğer kardeşlerine de aynı acıyı gözünü kırpmadan yaşatacağını düşünüyor. Tüm savaşının sebebi de bu: Kimse bir daha aynı şeyleri yaşamasın istiyor. Ne kendisi, ne kardeşleri… Yine de sevgi tüm zorlukları aşan bir duygudur ve Ateş bir noktada ona direnemedi diye düşünüyorum.

Ateş istemese bile ilk yakınlaştığı kişi Berit oldu. Berit’in Leyla’nın gidişinden sonra altına kaçırması onun aslında ne kadar büyük bir sorun yasadığını da ortaya koydu. O da Ateş gibi sevdiklerini kaybetmekten korkuyor ve bunu bu şekilde dile getiriyor. Yalnız Berit’in ilk gece ablası yahut İlter’e gitmemesi doğrudan Ateş’i uyandırıp yardım istemesi ona güvenmeye ve sevmeye başladığını gösteriyor. Çünkü Leyla’ya bu denli bağlıyken bile ondan değil ikinci gece yine abisinden yardım istedi. Ateş şu an için bazı şeyleri görev ya da kural diye yapıyor olsa da çocuklarla vakit geçirdikçe onlara alışıyor aynı zamanda. Aslında Leyla’nın gidişi, evdeki çalışanların kovulmasıyla Ateş çocuklarla ilgili bir çok şey öğrendi. Ilgaz’ın vegan olduğunu öğrendikten sonra bunu Bige’ye hatırlattı mesela, ya da Aydos’un iyi kaykay sürdüğünü keşfetti ve bunlar onda yer etmeye başladı. Tüm bunlarla birlikte Ateş hala herkese karşı çok temkinli bundan dolayı da hala tetikte. Zaten Ateş’in gördüğüm kadarıyla en büyük problemi kimseye güvenemiyor oluşu. Fakat Aydos’un itirafıyla artık bir kişiye güvenebileceğini biliyor: Leyla.

Leyla henüz farkında değil ama Ateş’i çocuklara bağlayan bir köprü konumunda. Üstelik Berit çoktan onu ailesi kabul etti bile. Daha dile getirmedi ama bence Leyla Berit’te kendini görüyor. Annesiz kalmış küçücük bir kız çocuğunun yarasına bu yüzden bu kadar çok merhem olmak istiyor. Kendi yalnızlığını o kadar derinden yaşamış ki çocukken Berit ve kardeşleri için abilerinin dönmesi Leyla’nın gözünde piyango vurmasıyla eş değer durumda. Bu yüzden abi ve kardeşler arasında köprü görevi görmeye başladı. Bunu da bilinçli olarak değil içindeki aile özlemi yüzünden bilinçsizce yapıyor. Şimdilik Yakup’un tehdidi yüzünden o çiftliğe dönmüş olsa da o Berit’e çoktan bağlandı bile. Bu bana göre Leyla’nın en zayıf yanı. Çünkü daha sadece birkaç gün önce Yakup onu Meryemlerle tahdit etmişken, onlarla ilgili bir sürü bilgi ve belge topladığını öğrenmişken sırf onu ailesi gibi gördüğü için her şeyi unutup İzmir’e yine onunla gitmeyi kabul etti. Dahası hala ona güvenip onun dediklerini yapıyor. Yakup’un onu kullandığını bile bile buna göz yumuyor. Çünkü hem ona hem de diğerlerine çok bağlı. Bunu da yargılamıyorum. İnsanların acılarla baş etme yöntemleri vardır. Ateş nasıl ki kendini soyutlayarak bunu yapıyor, Leyla da ailesi gibi gördüğü insanlara ne olursa olsun sarılarak devam ediyor ancak Leyla’nın kaçırdığı nokta Yakup ona Leyla’nın baktığı gözle bakmıyor. Tamamen çıkarları için Leyla’yı kullandığını düşünüyorum. Umarım bı hakikat yüzüne çarpıldığında Leyla için çok yıkıcı olmaz.

Leyla, hayatındaki insanlara hemen sarılan, yalnızlığını onlarla gideren, kalbindeki sevgiyi göstermekten çekinmeyen bir kadın. Bir tek Yakup ve diğerlerine değil Ateş’e de hemen bağlandı, üstelik o eve neden gittiğini de, sonunda o evden gideceğini de bile bile yaptı bunu. Çünkü Leyla kendini ait hissedeceği bir yer arıyor. Belki de Ateş’ten hoşlanmasının sebebi de budur zira o bilmese de Ateş’te tıpkı onun gibi hiçbir yere ve hiçbir şeye kendini ait hissetmiyor. Bu yüzden de herkesten uzak duruyor, özellikle de hayatında kalması gereken kişilerle yakınlaşmamak için daha da dikkatli davranıyor. Yalnız tam burada kafama takılan bir şey var; Ateş eğer birine yakınlaştığını düşündüğü anda ondan uzaklaşıyorsa ki bu defalarca dile getirildi ve Bige’yle olmamasının en büyük sebebi olarak bunu gösteriyorsa neden o zaman Leyla’ya bu kadar yakınlaştı? Üstelik Leyla’nın çocuklarla birlikte kalması gerektiğini de onunla yaşayacağını da, bu saatten sonra onu hayatından uzaklaştıramayacağını da çok iyi biliyorken bunu neden yaptı?

Leyla’nın öyle “Anlık yaşadık bitti” gibi bir şeyi kabul etmeyeceğini de çok iyi biliyor. Bunu daha sadece birkaç gün önce pedagogda çok net gördü. Zaten Leyla’yı tanımlarken böyle biri olmadığını çok güzel dile getirmişti. Şimdi şu an için istese de hayatından çıkamayacağı birini neden öptü? Şimdi diyebilirsiniz “Çünkü sarhoştu, bilinci yerinde olsaydı kendine engel olurdu” ama partide gayet de bilinci yerindeydi ve Bige müdahale etmeseydi Ateş yine onu öpecekti. Üstelik eğer alkollü oluşunu bahane edecek olursak bu durumda Bige’yle birlikte olurdu ama o bilinçsiz haliyle bile onu reddetti yani ben alkollü oluşunu kabul etmiyorum açıkçası. Ateş Leyla’dan hoşlanıyor ammena ama duygularına bu kadar kolay teslim olacağını pek zannetmiyorum. Çünkü Ateş hala geçmişiyle olan defteri kapatmadı ki bir gelecek kurabilsin.

Şimdi burada devreler yandı değil mi? Leyla hemen biriyle yakınlaşacak bir kadın değil, Ateş bu tip bir durumda birini hayatına alacak bir adam değil. Eeee nasıl bu hale geldiler? Ben burada ikisinin de ilk kez geçmiş ve geleceği düşünmeden bir hareket almak istediklerini düşünüyorum. Leyla ağırlıklarını, Ateş korkularını düşünmek istemedi. O anı yaşamak istediler. Bence bu adım ikisinin de duygularını tanımlama konusunda gelişim gösterdikleri anlamına geliyor diye düşünüyorum. Tabi hemen özlerine dönecekler ancak her şeyin bu şekilde başladığını çok rahatça söyleyebilirim.

Leyla geleceği için çırpınırken Ateş hala geçmişte takılı kalmış durumda. Leyla’nın ailesini araması, onları bulmayı hala umut ediyor oluşu aslında onu geleceğe bağlıyor. Fakat Ateş ne annesinin babası yüzünden ölümünü ne de o evden gönderilmesini hala atlatabilmiş değil. Bu yüzden bir ilişki kursalar bile ben bu şekilde yürütebileceklerinden pek emin değilim. Hele de Yakup’un oyunları ortaya çıktığında, Ateş gibi güven sorunlar olan bir tip canının acısını dindirmek için Leyla’nın ruhunu paramparça edecektir diye düşünüyorum. Ateş zaten duygularını kabul eden bir adam değil, üstüne insanlara güven sorunu var, bı yüzden Yakup’un sinsiliği ortaya çıkınca düşünmeden Leyla’yı yargılayıp, hükmünü verecektir. Diğer yandan Leyla sevdiklerine çok bağlı bir insan, onlara hemen güvenen, sevginin her şeyi çözeceğini düşünen temiz bir ruha sahip. Eğer tahminim doğru çıkarsa Ateş bu özelliğini ondan kalbini parçalayarak alacaktır ve Leyla’nın umudunu da öldürecektir diye düşünüyorum. Ateş ve Leyla’nın farklı farklı aile mevzuları ikisinin ilişkisinin de en büyük düşmanı olarak karşımıza çıktı ve bu yol bizi nereye götürür kestiremiyorum.

Aslında aile konusuna değinmişken Umut ve Füsun’a bir paragraf açmadan olmaz öyle değil mi?

Bu bölüm gördük ki ne Umut’un ne de Füsun’u durduracak bir sınır yok. Umut sırf şirketin başına Ateş geçti diye rakip şirketle ortaklık yaparken, Füsun bir tek Jülide Arcalı’nın hayatını değil çizimlerini de çalmış aynı zamanda. Umut’un bu kadarını bildiğini düşünmüyor olsam da umarım annesine bu kötülüğü de reva görmemiştir.Gün geçtikçe ben Vahit beyin neden Füsun ya da Umut’u değil de Ateş’e hem çocuklarını hem de şirketini miras bıraktığını çok daha iyi anlıyorum. Neyse ki gün gelir hesap döner ve Umut da Füsun da yaptıklarının bedelini ödeyecek inanıyorum.

O zaman bu haftalık da benden bu kadar, haftaya yeniden görüşmek üzere.

 

 

Yorum bırakın